İnsan, ömrü boyunca hayaller kurar. Kurulan bu hayallerin tek bir ortak noktası vardır: Mutlu olmak. Bu duyguyla yaşarız. Bu duygu için evlenir ve yuva kurarız. Bu duygu için çalışırız. Bu duygu için seyahat eder, müzik dinler, dans eder, resim yaparız. Liste bu şekilde uzar gider. Peki gerçekten mutluluğa ulaşmak mümkün mü? 

Bunun için çocukluğumuza inelim: Çocukluk yıllarında bizi ne mutlu ederdi? Bir dilim salçalı ekmek? 40 derece sıcağın altında beş kilometre yürüyüp DSİ’nin su kanalında yüzmek? Siyah beyaz televizyon karşısına geçip maç izlerken tüm takımları Beşiktaş zannetmek? Uzaklardaki akrabalarımızın kendi seslerini üzerine kaydettikleri Orhan Gencebay kasetleri dinlemek? Kargıdan bez bebek ya da tel araba yapıp aylarca onunla oynamak? Bu liste de uzar gider.

İnsan, her ne kadar doğarken ağlasa da aslında mutluluk hormonlarıyla hayata merhaba der. Süregelen günlerde bu duyguyu gerçekten yaşar. Günlerin bitmek bilmemesinin sırrı da bu zaten. Yaşadığı her ânın tadını çıkarabilene gayr-ı resmî literatürde ‘çocuk’ denir. Bu durum ‘Engelli Yetişkin Koşusu’na kadar devam eder. Bu ‘Yetişkin Engelleri’ o duygudan yavaş yavaş uzaklaştırır çocukları. Sonunda istendik ‘Yetişkin’ derecesine ulaştığında kendisine ‘Üstün Yeni Engel’ madalyası takdim edilir. Artık o da engellerle örülmüş yeni hayatında var olabilme gayretine dahil olmuştur. İşte mutluluğu arama çabası tam da bu dönemde başlar. Kurulan hayaller, kovalanan fırsatlar derken günler su gibi akıp gider. Bize tahsis edilen küçücük bir coğrafyada hiçbir coğrafyaya sığamayacak sonsuzlukta hayallerimizle ömrümüzü tamamlarız.

Peki bu kısır döngüden kurtulmanın yolu var mı?

Var. Yolu değil yolları var. İnsan ile evren ikiz kardeş gibidirler. Nasıl ki evrenin sonuna ulaşmak imkansızdır, insanın enerjisinin ve hayal gücünün sonuna da ulaşmak neredeyse imkansızdır. İşte bu nedenle insan duramaz. Durduğu andan itibaren çürümeye başlar. Yollardan birincisi akışkan olmak yani hiç durmadan ilerlemek. Bir diğer yol; düne takılmadan yarınlarla ilgili endişe duymadan bugünü yaşamak. Bir başka yol ise yolunun üzerine çıkan fırsatları değerlendirmek. 

Şimdi bu fırsatlardan birini sizlere özetleyeyim. Özellikle bu fırsat çocukluk ile yetişkinlik arasındaki gençlik dönemindeki insanlar için bir fırsat. Yurt dışında yaşam:

Çoğumuz yaş itibariyle olsun ya da imkanlar dahilinde yurt dışında yaşamanın bizler için bir hayalden ibaret olduğunu düşünürüz. Kurduğumuz hayat genelde bu düşünce üzerine yapılandırılmıştır. O yüzden ömrümüzün çok büyük bir kısmını aynı şehirde aynı işi yaparak geçiririz. Yeni hayallerimiz daha çok emeklilik dönemi hayalleridir. Her nedense evlatlarımızın bu kısır döngüden kurtulmaları için de gayret ederiz. ‘O hayallerini gerçekleştirsin. Biz okumadık, onlar okusun. Hayatta seni ne mutlu ediyorsa onu yap.’ Bu cümleler tanıdık geldi mi? Neredeyse bugün tüm ebeveynlerin kurduğu cümleler bunlar. 

Bir anne-babanın çocuğuna yapabileceği en büyük iyilik, onu coğrafî sınırlardan kurtarmaktır. Çünkü hinterlandınız ne kadar genişlerse kendinizi gerçekleştirebilme olasılığınız da o oranda yükselir. Bunun için de yaşıtlarınızdan bir adım önde olmanız gerekir. 

Uluslar arası Çift Lise Diploması, bu konuda karşınıza çıkabilecek ilk ve en büyük fırsatlardan birisidir aslında. Yurt dışında yaşayabilmenin en iyi yollarından birisi üniversiteyi orada okumaktır. Tabi ki bu o kadar kolay değil. Bunun için donanımlı, dil becerisine sahip, başarılı bir öğrenci olmanız gerekir. Türkiye’de okuyan öğrenciler için bu durum ayrıca ek zorluklarla dolu. Bunlardan ilki dil becerisinin belgelendirilme sorunu, ikincisi ise lise denklik sorunu. Ama Amerika’dan alınan bir lise diplomasıyla bu iki sorunu bertaraf etmiş oluyorsunuz. Hatta sadece bertaraf etmekle kalmıyor birçok üniversitenin de kapılarını sonuna kadar açıyorsunuz. İşte bu bir fırsat. Sevgili anne-babalar: Sizce bu fırsatı değerlendirmeye değmez mi?